Sanal Alemin En Sulu Forumu
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Sanal Alemin En Sulu Forumu

Sanal alemin en sulu forumu
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 ölüm yeri .... 2

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
memo5454
Administrator
Administrator
memo5454


Erkek Mesaj Sayısı : 420
Yaş : 30
Nerden : Akyazı
İş/Hobiler : Kitap okumak Bilgisayarda oturmak
Lakap : Memo
Kayıt tarihi : 28/03/08

ölüm yeri .... 2 Empty
MesajKonu: ölüm yeri .... 2   ölüm yeri .... 2 Icon_minitimePaz Nis. 20, 2008 1:00 pm

Önündeki teybin düğmesine tekrar bastı. Kaydın kalitesi iyi değildi ama sesler çok rahat seçiliyordu.

Helikopter: Yer kontrol, Apache'yi buldum. Düşmüş. Koordinatları veriyorum...

Yer: Sağ kalan var mı? Hasarı görebiliyor musun? Yangın var mı? Yanına inebilecek misin?

Helikopter: Yere çakılmış ama yangın yok, yanına inebilirim sanırım. Sağ kalan yok gibi, kimseyi göremiyorum.

Yer : tamam, yanına in ve tekrar rapor ver.

Helikopter (sesi heyecanlıydı ve panik içindeydi): Motor aniden durdu. Yer kontrol. Beynim...

Albay teybi kapattı.

"Gönderilen ikinci helikopter de yere çakıldı. Bu durumda bir terslik olduğu düşüncesiyle hemen 3. derece alarma geçildi. En düşük derecede alarmdır, zaten 3,2,1 diye gider. Bu sefer bakması için bölgeye bir F-16 gönderdik. Tabi bu arada yerdeki birliklerde belirtilen noktaya karadan erişmeye çalışıyorlardı. Ne olur ne olmaz diye makineli tüfeğinin yanı sıra F-16'ya dört adet Sidewinder füzesi de yüklendi. Yer kontrol ile F-16 pilotu arasında geçen konuşma çok daha ilginç. Allahtan bu uçağımız düşmedi.

Yer : (sinirli ve gergin bir komutan sesi): Gördün mü onları?

F-16: evet gördüm, 3 km kuzeydoğumdalar, saat 2 yönünde.

Yer: Fazla alçalmadan hızla üzerlerinden geç, hızını 0.8 macha çıkar. Fazla yaklaşma, yerden füze tehdidi olabilir.

F-16: anlaşıldı yer kontrol, alçalıyorum, hızım 0.8 mach

Yer: ne görüyorsun? makineni çalıştır, ne görüyorsan çek.

F-16: iki helikopter enkazı, birbirlerinden iki yüz metre uzaklıkta, aman Allahım motor durdu, beynim...

Yer: (bağırarak): Ne oluyor orada, cevap ver, cevap ver

İki saniyelik gergin bir bekleyişten sonra,

F-16: Motor tekrar çalıştı, bilincimi yitirdim bir ara sanırım

Yer (biraz sakinleşmiş bir ses): Yüzbaşım, Ne görüyorsun orada, yangın yok mu? Teröristler mi var orada? Cevap ver.

F-16: İki enkaz. Sadece iki enkaz, düşman izi yok.

Albay tekrar teybi kapadı.

"F-16 hemen Diyarbakır'a döndü. O dönerken bölgeye iki F-16 gönderildi fakat bu sefer sadece uzaktan daireler çizerek karadan gelecek piyade ekiplerini korumak üzere bekleme emri verildi.

Karadan bölgeye beş kişilik bir komando taburu intikal etti. Onların da hepsi maalesef şehit oldu. Kayda alınan telsiz konuşmalarını dinleyin. "

"Komutanım verilen koordinatlara intikal ettik. Herhangi bir düşman izi yok. Sadece uzaktan iki helikopter enkazını görebiliyorum."

"Yaşayan var mı?"

"Gördüğüm kadarıyla yok komutanım. Arazi dürbünü ile bakıyorum"

"Ters bir durum görüyor musun?"

"Hayır komutanım. Bir dakika, evet garip bir şey. Enkazdan bir duman çıkıyor"

"Bunun neresi garip?"

"Duman dümdüz çıkıyor komutanım, sanki bir çizgi gibi, dümdüz göğe yükseliyor, hiç dağılmadan, sanki bir borudan çıkarmış gibi"

"Peki, iki kişilik bir öncü keşif ekibi çıkar, gidip baksınlar, sizde arkada onları korumak için hazır bekleyin. Avcı pozisyonu alın."

Albay teybi kapadı. "Gönderilen iki komando eri şehit oldu. Birden yere düştüler. Vurulduklarını sanmışlar ama herhangi bir ses duyulmamış. Etrafta herhangi bir terörist de yokmuş. Zaten bu bölge PKK'nın etki alanı dışında ve son beş senedir hiç terörist faaliyet görülmedi. Askerlerin neden öldüğünü bilmiyoruz ve daha da vahimi şehitlerimizi hala gömemedik."

Albay bir süre çaresiz bir şekilde bize baktı ve konuşmasına devam etti.

"O bölgeye kimi göndersek öldü. Gaz maskeli ve kurşun geçirmez yelekli askerlerimiz bile öldü. Şimdiye kadar toplam kaybımız, düşen helikopterlerdekiler de dahil olmak üzere 19 şehit."

"Verilen kayıplardan sonra o bölgeyi hemen ablukaya aldık. Askerler öldükten sonra zayiatı daha fazla artırmamak insan göndermedik. Onun yerine bölgeye mayın eşeği olarak bilinen eşekler de gönderdik. Daha sonra ufak bir koyun sürüsü. Sonuç hep aynı...

1 kilometre çapındaki bir alan, tıpkı bir zamanlar bermuda şeytan üçgenine benzer çalışıyor. İçeri giren tüm canlılar ölüyor ve tüm motorlar duruyor. Bu alan giren kuşlar bile ölüyor...

Uzaktan bölgenin sayısız fotoğrafını çektik."

Albay önündeki dia makinesinin düğmesine basıp çalıştırdı. Düz bir plato üzerinde birbirlerinden 100 metre uzaktan duran iki helikopter enkazı resmi görüldü. Birinin pervanesi tuhaf bir şekilde eğrilmişti, diğerinin ise kuyruğu kopmuştu ve helikopterden yaklaşık 10 metre uzakta ters duruyordu. Bir başka fotoğrafta ölmüş askerlerin uzaktan teleobjektifle çekilmiş fotoğrafları vardı. İkisinin hala gözleri açıktı.

Yüzlerinde tuhaf bir ifade vardı, sanki, sanki... Huzurlu gibi duruyorlardı. Ölüm besbelli çok ani gelmişti. Bölgeye gönderilen koyunlardan birinin yerde yatan leşinin ağzında hala ot vardı. Berbat bir cinayet filminden sekanslar gibiydi görüntüler.

Bir saat boyunca değişik uzaklıklardan ve açılardan çekilmiş yüzlerce fotoğrafa tek, tek baktık. Daha sonra kürsünün yanına konulmuş büyük televizyonun ekranında çekilmiş video görüntülerini izledik. Bir kuş sürüsü ölüm alanına doğru uçarken başlayan görüntü, kuşların nerede saklandığı belli olmayan bir avcı tarafından vurulmuşçasına birden yere düşmesiyle sona eriyordu. Videoyu çeken askerin şaşkınlık sesi duyuluyordu,

"Allahım, inanılmaz bir şey bu, inanılmaz".


Fotoğraflardan göründüğü kadarıyla bölge mutlak bir ablukaya alınmıştı. Bir kilometre çapındaki alan on tane M-1 tankı dahil olmak üzere neredeyse bir tugay asker tarafından ablukaya alınmıştı. Sanki aklımdan geçeni okumuş gibi Albay bana baktı ve;

"Dediğim gibi bölgeyi ablukaya aldık. Giriş yok, çıkış yok. Medyanın bilgisi yok. Kuş uçurtulmuyor. Bir duyulsa dünyanın her yerinden akın edecek binlerce insanı ve tabi ki olacak paniği düşünün" dedi.

Albay haklıydı. Gökyüzünde gördüğü her parlak şeyi uçan daire sanan aklı bir karış havada UFO'cular, dünyanın sonuna neredeyse dini bütünlükle inanan çılgın kaçıklar, Godzillanın okyanusta yaşadığına inanan yeni yetmeler ve açıklanamayan her olayı dine bağlayıp halkın gözünü bağlamak isteyen şarlatanlar ve neler, neler. Olay bir duyulsa babamın dediği gibi "Allahın unuttuğu bu dağ başı" bir anda panayır yerine dönerdi. Sadece turizm değil, başka şeyler de patlardı.


"Peki durumu incelediniz mi?" diye sordu yanımda oturan sakallı fizik profesörü.

"Evet. Askeri mühendisler, doktorlar, biyologlar ve diğer askeri personel bölgeye gidip durumu incelediler. Fakat ölüm bölgesine giriş yasak olduğu için, incelemeler uzaktan yapıldı. Zaten kimse o bölgeye girmeye çok hevesli değil. Bu durumda tam bir inceleme yapmak da imkansız hale geliyor. Yine de bazı şeyleri gözlemledik;

• İlk helikopterin düşmesinden bu yana yaklaşık dört gün geçmesine rağmen cesetlerin hiç biri çürümedi. İşin garibi en ufak bir çürüme belirtisi de yok.

• Bölgenin uzaktan sıcaklığını ölçtük. Her şeyiyle normal.

• Bölgeye giren bulutlarda tuhaf şekil değişikleri oluşuyor. Bu mevsimde bulut çok az olmasına rağmen bölgenin biraz üstünden geçen bulutlar, bölgeye girdiklerinde düz hale geliyorlar. Dümdüz... hiçbir şekilde dağılmıyorlar. Bölgeyi terk ettiklerinde ise tekrar normal hallerine geri dönüyorlar. İki kilometre yukarıdan geçen bulutlarda bir değişiklik olmuyor.


Albay bir dia daha gösterdi. Gerçekten tuhaftı bulutlar. Dümdüz uzuyorlardı, sanki düz sigara dumanı gibi, öyle toparlak bildik bulutlardan değildi. Ne nimbus ne de başka bir şey. İlk defa gördüğüm bir şey, uzun tel pişmaniyeler gibi bulutlar...

• Uzaktan başka ölçümlerde yaptık, radyasyon yok, zehirli gaz yok, manyetik alan yok, her şey normal ama ne varsa işte oraya giren her canlı ölüyor.

• Bir tuhaf şey daha var. Ölen askerlerin hepsinin kollarındaki saatler durmuştu. Uzaktan dürbünle bakan bir komando teğmenimiz fark etmiş. Kaza anında saatin durabileceğini ihtimaline yorduk ama ölen bir askerin kolundaki saat çok sert şoklara dayanmasıyla ünlü bir saatti. Ama o bile durmuş...

• Telsiz dalgaları bölgeye giriyor ama bölgeden çıkamıyor. Ölen komando birliğinin taşıdığı Aselsan işi, birinci kalite bir telsiz vardı. Telsiz alıcı konumda iken yanan bir ufak yeşil led ışığı var. Yani gönderdiğimiz mesajı alıyor. Normal durumda otomatik olarak "ben buradayım" mesajı gönderir. Bu mesajı gönderdiğini gösterir ufak kırmızı ışık yanıyordu. Uzaktan dürbünle gözledik. Fakat biz bu gönderilen mesajı alamadık. Radyo dalgaları bu bölgeden dışarı çıkamıyorlar. Dümdüz arazi orası, yani arada bir engel yok.


Ölüler çürümüyor, saatler duruyor, radyo dalgaları saçmalıyor, bulutlar kafalarına göre takılıyorlar? Albay ölüm bölgesi dese de orası İstiklal caddesinden bile daha çok sürprizlerle dolu bir yerdi.


Tekrar düşünmeye başladım. Ölüler çürümediğine göre, onları çürütmek için gerekli mikroorganizmalar bile orada yaşamıyordu. Tuhaf? Bunun anlamı ne?


Albay uzun süre öylece durdu. Neden sonra konuştu.

"Şimdi olayı yerinde incelemeniz için hep beraber o bölgeye gidiyoruz. Tabi sizin için sakıncası yoksa?"

Açıklanamayan olaylara karşı, bir çocuğun çikolataya duyduğu düşkünlüğe benzer bir merakım olagelmiştir. Bu konuda kedilerden hiçbir farkım yoktu. Oraya gitmek ister miydim? Hem de nasıl... Benim için şu anda o bölge Maldiv adalarından bile daha çekici bir yerdi. Hemen başımı salladım. Tabi halletmem gereken ufak bir sorun vardı: sevgili karım! Ondan izin almalıydım.

Telefonda çok önemli bir devlet işi için Diyarbakır'a gideceğimi söylediğimde karımın tepkisi beklediğim gibi Etna yanardağınınkine benzer oldu. Kuzey Anadolu fay hattı komplosunu ortaya çıkardığımda, devlet yüksek hizmet madalyası onun gururunu epey bir okşamıştı (her ne kadar altın günlerinde çıkarıp gösteremiyordu) ama yine de bu tür işlere bulaşmamam konusunda zamanında beni epey tehditkar bir şekilde uyarmıştı: "Macera yok Emin!"

"Ne işin var Diyarbakır'da? Başını derde sokmuyorsun di mi? Neyle gideceksiniz? Orada üşütmeyesin? Bari eve gel de ufak bir valiz hazırlayayım"

"Gelemem bi tanem hemen yola çıkıyoruz. Hem yaz vakti, üşümem."

"Ne işin var senin gizli devlet işleriyle falan? Şu deprem işinden sonra söz vermiştin bak."

"Haklısın bi tanem ama bu çok önemli, hepimizin güvenliği ile alakalı ve ileride doğacak çocuğumuzun geleceği mevzubahis" diyerek açıkça duygu sömürüsü yaptım. Çocuk konusu onun en zayıf yanı olduğu için hemen yelkenleri suya indirdi.

"Peki, peki git! En azından gençten bir sevgili bulup, Eryaman'da uyduruk bir garsoniyer tutan o sıradan adamlar gibi değilsin. Leyla'nın kocasını duydun mu?"

Leyla'nın kocasının hikayesinin epey bir uzun süreceğini bildiğim için konuşmayı kısa kestim. Telefonu kapamadan önce Diyarbakır'dan baklava getirmemi sıkı, sıkı tembih etti. Konuşma bitince Albaya dönüp çaresizlikle gülümseyerek "kadınlar" dedim.

Aklıma bir şey gelmişti. Hemen albaya döndüm.

"Sizden bir şey rica edeceğim. Ölüm bölgesine bir sinek ilaçlama aleti getirtebilir miyiz? Hani şu mazotu atomize hale getirenlerden, yoğun bir duman oluşturuyor ya. Yakındaki birliklerde ya da askeri lojmanların birinde muhakkak vardır. Çalışır halde istiyorum, mümkünse. Ne yapacağımı lütfen sormayın, şimdi açıklayamam"

"Sinek ilaçlama aleti mi? Peki, sanırım hallederim" dedi Albay şaşkınlıkla. Ondan elli altı model bir Pontiac isteseydim sanırım yine aynı şekilde şaşırırdı.

Etimesgut askeri havaalanından kalkan askeri bir uçak ile Diyarbakır'a gittik. Bir saatlik yolculuk epey yorucuydu. Askeri uçakların konfor konusunda ciddi eksikleri vardı ve yolcu uçaklarında her zaman alışık olduğum filtreli kahve yoktu; tek kelimeyle bir felaket! Bu sefer mızmızlık yapmadım çünkü aklım fikrim ölüm alanındaydı ve çok sabırsızdım. Kafamın içinde huzursuz bir mahkum gibi dolanan teori beni çok heyecanlandırmıştı.

Düşündüğüm şey gerçekten olabilir miydi? Oraya gitmeden bundan emin olamazdım.

Diyarbakır Askeri havaalanında, Vietnam filmlerinde benzerini gördüğüm bir helikopter kalkışa hazır bir şekilde bizi bekliyordu. Askerlerin bu düzenliliğine bayılıyorum. Midemi alt üst eden kırk beş dakikalık ikinci bir yolculuktan sonra sonunda ölüm bölgesine varmıştık. Bir kilometre uzakta bir yere indik ve yürüdük. Karım haklıydı, gelmeden önce bir kazak almalıydım.

Ölüm alanının çevresi Albayın bize fotoğraflarda daha önce gösterdiği gibi çepeçevre kuşatılmıştı. Her beş metrede bir mevzilenmiş askerler elleri tetikte bekliyorlardı. Onların hemen gerisinde on tane tank namlusunu ölüm bölgesine doğrultmuştu.

Topraktan Godzillanın falan mı çıkacağını sanıyorlardı? Ayrıca korktukları şey her neyse onu bir tüfekle ya da bir tankın topuyla durdurabilirler miydi?

Bu sırada yakınımızdan bir uçak hızla geçti. Bir F-16! Eeee, kambersiz düğün olmaz tabi ki.

Sahra çadırının içinde bana sürekli olarak "Komutanım" diyen bir erin verdiği suyu içip, mide bulantımın geçmesini sabırla bekledim. Ekibin diğer üyeleri ve özellikle Albay bende çok iyi durumdaydılar. Ben çadırda kıvranırken hepsi ellerine bir dürbün almış çoktan iki yüz metre uzaklıkta açık bir mezarlık görünümündeki ölüm alanına bakmaya başlamışlardı.

Tanrım ne şenlik!

Biraz kendime gelince ben de bir tane dürbün alıp bölgeye baktım. Yerlerde yatan koyunlar, insan cesetleri ve iki helikopterin enkazıyla inanılmaz derecede gerçeküstü bir görünüm vardı karşımda. Stephen King'in romanlarından fırlamış gibi. Bu kadar insan ve hayvan cesedine ve bu kadar yakın durmamıza rağmen albayın daha önce belirttiği gibi ortalarda herhangi bir çürüme kokusu yoktu.

Sanki onu düşündüğümü hissetmiş gibi Albay yanıma geldi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://suluforum.yetkinforum.com
 
ölüm yeri .... 2
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Sanal Alemin En Sulu Forumu :: ::::::кσякυ νє gєяιℓιм:::::: :: кσякυηç уαzıℓαя-
Buraya geçin: